27 Temmuz 2011 Çarşamba

ÇORUH VADİLERİ VE GİZLİ HAZİNELERİ: YUSUFEL İ- TORTUM - İSPİR

YUSUFELİ,TORTUM ŞELALESİ,UZUNDERE,İSPİR,OVİT DAĞI GEZİSİ
   ( GEZİ BAŞLANGICI VE BİRİNCİ GÜN İZLENİMLERİ)

       15 Temmuz 2011 Günü saat 20:00’de buluşma yerimiz İskenderpaşa Cami önünden Çınar’ın altından hareket ettik.
        İstikametimiz Yusufeli’ydi.Erken çıkmaktaki amacımız;kona kalka gitmekti.Sürmene’ye vardığımızda müthiş bir yağmur başlamıştı.Bu Berat Gecesinde yüce Rabbim rahmetini başımıza döküyordu.Sahil boyu ara ara dursa da yağmurun temelli kesileceği yok gibiydi.Arhavi’ye vardığımızda hem dinlenmek hem de vakit geçirmek üzere bir çayhanede mola verdik.Yağmurdan kendimizi içeriye zor attık.Lezzeti tam ayarında çaylarımızı yudumlayarak dinlendik.
       Tekrar yola koyulduk.Birçoğumuz uykuya dalmıştık.Sabah namazı vakti,Abdi Kaptan bir benzin istasyonunda mola verdi.Çoruh’un kıyısında;Çoruh’un çağıltısı,ağustosböceklerinin cırıltısı ve horoz seslerinden oluşan bir besteyle uyandık.Çevrede baraj inşaatı vardı.Seneye bu yerler sular altında kalacaktı.
         Bir sonraki mola yerimiz,Sukavuşumu Mevkii idi.Bu isim buraya çok yakışmıştı.Zira bu noktada Tortum Çayı,Oltu Çayı ile birleşip,Çoruh Nehri olarak devam ediyordu.
         Mola verdiğimiz işletme,dağların arasında,çok kıt şartları olan bir yerdi.Gerek çıkınlarımızda önceden hazırladığımız veya aldığımız yiyecekler,gerekse oradan sağladığımız kahvaltılıklarla ve çayla günümüzün ilk öğününü atlattık.Çıplak kayalardan oluşan bu dağların arasında böyle bir yeri bulmak,bizim için nimetti.
         Kahvaltıdan sonra,İşhan Manastırı’na doğru yola çıktık.Oltu Çayı boyunca yol alıyorduk ki Sedat Bey arkadaşımızın ikazıyla sarsıldık.Çayın karşı yakasında keçilerin olduğunu,heyecanla bizlere haber veriyordu.Önce şaka yapıldığını, zannettik.Şaka değil,gerçeğin ta kendisiydi.Fakat bu mucizevi hayvancıklar o kadar kamuflajlıydı ki ayırt etmekte büyük güçlük çektik.Ancak hareketleriyle,kendilerini seçebildik.İkisi keçi,üçü oğlaktan oluşan minik bir sürüydü bu.Belli ki çaya inip,günün ilk suyunu içmiş geri dönüyorlardı.Sesimizi duymuş olacaklar ki küçüklerden ikisi,kayaların arasına sığınıp kalmıştı.Ebeveynden biri,bunu fark edince hemen geri dönüp,yavruları alarak yola devam etti.Bu dik kayalardan akan taş yığınlarından yukarıya doğru öyle hızlı hareket ediyorlardı ki bizler düz yolda öyle hızlı yürüyemeyiz.Görüntüleri fotoğrafladıktan sonra yolumuza devam ettik.
          Eski adı İşhan,yeni adı Dağyolu Köyü’ne doğru giderken Oltu Çayı çevresinde sebze bahçeleri,seralar,meyve bahçeleri gönlümüzü şenlendiriyordu.Sebzeliklerde domates,patlıcan,biber,karpuz,fasülye;seralarda hıyar,domates,kavun;meyve bahçelerinde zerdali,şeftali,nektarin,elma,dut,ceviz,incir,nar,kiraz,vişne,Trabzon hurması ve zeytin vardı.
          Kıraç yamaçlardan tırmanarak,İşhan Köyüne vardık.Burası;kayalık dağların koynunda,bir cennet bahçesiydi.Meyve bahçeleri,sebze bahçeleri,yoncalık ve ekin tarlalarıyla kaplanmış bir vahaydı.
          İşhan Kilisesi,dut ağaçlarıyla çevrelenmiş harmanvari bir düzlüğün içerisinde yer alıyordu.M.S.9.yüzyılda Bagratlı Gürcülerce yaptırılmış,sonrasında,Selçuklu kale beylerinden birinin kızı olan güzel Elen tarafından onarılmıştı.Kilise’nin onarımı sırasında yaşanan isyan ve Güzel Elen’in evleneceği genci seçmesi için düzenlediği yarışmada hayli kan döküldüğü için,Kilise;Kanlı Kilise olarak da adlandırılmıştır.

                                                              -1- 

          Kilise’nin içinde kırlangıç otları,iç duvarlarında duvar fesleğenleri,yan duvarın en üst kısmında olup,Kilise’nin içine doğru sarkan kapari bitkisi,Kilise’nin koruyucu melekleriydi adeta.
          Kilise taş ustalığının bir şaheseriydi.Her bir stununda ayrı bir figür vardı.Şapeli de yanıbaşındaydı.Önünde Bursa Ulucami’nin önündeki gibi çeşmesi mevcuttu.Bahçesindeki dutlardan doyasıya yiyip,çeşmesinden kana kana içtik.
          Köyde az sayıda hane şenlikti.Köy içinde çeşmelerin ve kuşların sesi hakimdi.Köy dışında bir tepeye çıkıp,köyü fotoğraflamak istediğimizde ekin biçip,patosa veren kadınlı erkekli bir grup insan,o kızgın güneşte arılar gibi çalışıyordu.
           Köy yolunun kıraç yamaçlarında,kapari bitkileri yemyeşil aksamları ve beyaz çiçekleriyle dikkatimizi cezbediyordu.Taban suyunun biraz yüksek olduğu anlaşılan yerlerde oldukça görkemli,otsu olup,çalı gibi gözüken pembe çiçekli bir bitki vardı.Yer yer küçük kümecikler oluşturuyordu.Çevrede gözüme çarpan,kurakçıl eflatun çiçekli bir peygamber çiçeği,mavimsi eflatun ponpon çiçekli topuz dikenlerinden başka pek göz alıcı bitki yoktu.Henüz çiçek açmamış birkaç geven öbeği de dikkatimi çekmişti.
            Vadi tabanına indiğimizde birkaç serayı gezdim.Seralarda domates ve hıyar yetiştirilmekteydi.Bahçe sahibi bizlere karpuz ikram etti.Buradan kavun,karpuz ve zerdali satın alarak aracımızın yükünü artırdık.Keskin kavun aroması,aracımızın içine hakim olmuştu.Bütün seyahatimiz kavun aromalı hava içerisinde geçecekti.
            Alış-verişimizin ardından tekrar Sukavuşumu Mevkii’ne inerek,Tortum’a doğru yöneldik.Tortum Çayı çevresindeki köylerin dar fakat verimli arazilerinde dut,ceviz,nar,elma,vişne ağaçları,ufak çaplı sebze bahçeleri,dağların ve suyun onlara sunduğu bereketi,insanlara sunuyordu.Yolun dere tarafındaki kısmında çok sayıda aylantus ağacı vardı.Nahoş kokularından dolayı literatüre kokar ağaç olarak geçen, ağacın bol olduğu yerlerde hiç de ağaçtan sayılmayıp,fazlalık görülerek, pek sevilmeyen bu ağaçlar,Bu vadide gerek görünüşleri,gerekse gölge sağlamaları açısından ne kadar da sevimliydiler.
           Buralar baraj gölü altında kalacağı için,evlerin bir kısmı terkedilmiş,kapısı penceresi sökülmüş,viran bir haldeydi.Bahçelerin bazıları kendi haline terkedilmişti.
           Yol boyu, Tortum Çayı,etrafına bereket saçıyordu.Tortum Şelalesi’ne varmadan bir tepe üzerinden,içerisinde bahçelerinin yeşilliğinden zor ayırt edilen gölleri olan,vaha emsali köyün fotoğrafını alıp,yolumuza devam ettik.Çevre kayaların üzerinde batıcı olacakları hiç akla gelmeyen irili ufaklı yumak görünümlü kirpi gevenleri göz dolduruyordu.Çıplak kayalarda yer yer çok bodur kurakçıl çalılar vardı.
            Tortum Şelalesi’ne vardığımızda görüntü içler acısıydı.Tortum Şelalesi artık coşkun türküler yerine,ağıtlar yakıyordu.Fotoğraflarda ve belgesellerde görüp imrendiğimiz Şelale’den eser yoktu.Aslında buraya Tortum Şelalesi kalıntısı,demenin daha uygun olacağını,düşünüyorum.Ne yazık ki  burası da hes projelerinden nasibini almıştı.Dillere destan Şelale’nin suları talan edilmiş,vadi sessizliğe bürünmüştü.
            Buranın eski yıllardaki ziyaretçilerinden Güler Hanım arkadaşımız;Önceki yıllarda Şelale’nin karşısında vadiye inen basamaklara ulaşan su zerreciklerinden çisede kalmışlarcasına ıslandıklarını,anlattı.

                                                               -2-

             Basamaklar çevresinde kavak,söğüt ağaçları,tavşan elması çalıları,sarı çiçekli mürdümükler bize eşlik ediyordu.Baloncuk gibi şişkin elbiseleri içinde mazruf mürdümük tohumlarından atıştırarak Tortum Çayı tabanına indik.Kayalara oturup,serin sulara ayaklarımızı daldırdık.Yakın bir gelecekte ayaklarımı okşayan suyun bu kadarını da bulamama endişesiyle içten içe hüzünlü bir türkü tutturmuştum.
            Şelale’ye nazır düzlük,masalı banklar ve kameriyelerle çay bahçesi,mesire yeri olarak düzenlenmişti.Muhtelif meyve ağaçlarıyla gölgelik yapılmıştı.Bunlardan muşmula ağacı en çok dikkatimi çekendi.
            Bu moladan sonra Tortum Gölü boyunca Öşvank Kilisesi’ne doğru yol alıyorduk.Tortum Gölü,kıraç ve çıplak kayaların arasında zümrüt yeşili bir cevherdi.Karşı kıyısındaki kayaların avucunda birikmiş toprak bir su kaynağıyla birleşince kavaklar,meyve ağaçları,insanın yüreğini okşayan kadifemsi çimenlerle sırrını açığa veriyordu.
            Göl kıyısında peri bacalarını andıran kaya oluşumları da ayrı bir güzellikti.
            Göl’ün su sporcularına konukçuluk eden bir de yarımadası vardı.Yolumuz sağlı sollu boyacı sumağı ağaççık ve çalılarıyla doluydu,sanki özel olarak dikilmişlerdi.Buna duman ağacı yerine bulut ağacı,demenin daha doğru olacağı fikrindeyim.Pudra rengi ve bej renginin değişik tonlarında bulut kümeleri, ağaççık ve çalıların üzerine inmiş gibiydi.
             Etrafı hayranca seyrederek,Erzurum’un Uzundere İlçesi,Çamlıyamaç Köyü’nde bulunan M.S.10. Yüzyılda Gürcülerce yapılmış,Öşvank Kilisesi’ne vardık.Bu bina da çok görkemliydi,taş ustalığının bir şaheseriydi.İçerisinde yer alan devasa boyutta dört stunundaki figürlerin her biri bir başkaydı.
              Bu köyde de dar fakat yemyeşil meyve bahçeleri,küçük alanlı bostanlar vardı.
              Dönüş yolunda kavak,söğüt,dut,ceviz,vişne,erik,elma,armut,zerdali,şeftali,hatta fındık ağaçlarının oluşturduğu bir kompozisyon bahçenin içinde bulunan tesiste cağ kebabı yemek üzere mola verdik.Bizim orada oturmamızla müthiş bir sağanak yağmurun bastırması bir oldu.Yağmurdan kaçmak için masa ve sandalyelerimizin yerini değiştirmemize rağmen,ısrarla bizi bulan yağmur darbeleri altında o nefis cağ kebabının tadı daha bir artarak,damaklarımız şenlik,midelerimiz şölen yapıyordu.Birçok yerde cağ kebabı yemiştim ama böylesini ilk kez tadıyordum.
               Ziyafetimizin akabinde Yusufeli’ye doğru yollandık.
               Yusufeli,çıplak kayalıklardan oluşan dağların arasında şirin bir dağ yerleşimiydi.Çok yorgunduk,dolaşmak üzere eğleştiğimiz bu yerde,dinlenmeyi tercih ettik.İlçenin ortasından akan Barhal Çayı’nın üzerine kurulmuş asma tahta köprüden geçerek karşı kıyıdaki Barhal Çayı manzaralı çay bahçesine değil de çay terasına ulaştık.Burada Barhal Çayı’nın bestesi eşliğinde çaylarımızı içerek yorgunluğumuzu bir nebze olsun attık.
               Akşamüzeri toparlanıp,geceleyeceğimiz River Otel’e gitmek üzere yola çıktık.Otelimiz,Barhal Çayı kıyısında,hatta kucağında,Yusufeli,ye 12 Km mesafede,Sarıgöl Beldesi yolunda, ahşaptan inşa edilmiş şipşirin bir aile işletmesiydi.Oraya da tahta asma köprüden geçerek ulaştık.
              Çayın hemen yanıbaşındaki lokantasının varendasında akşam yemeğimizi derenin çağıltı müziği eşliğinde yedik.Bundan daha güzel bir yemek müziği düşünemiyorum.Menünün en önemli unsuru,kırmızı benekli alabalıktı. 
           
                                                                                                21/07/2011                 
                                                                                                                           Zehra ÖZTÜRK
                                                                                                                              TRABZON


YUSUFELİ, TORTUM ŞELALESİ, UZUNDERE, İSPİR,OVİT DAĞI GEZİSİ
                                                                  ( İKİNCİ GÜN İZLENİMLERİ)


     Barhal Çayı’nın kucağında bir gemideymişçesine derenin ninnisi eşliğinde uykuya daldık.
     Sabah namazı vakti,namazdan sonra ilk işim,pencereyi açıp,çevreyi seyretmek ve seslere kulak vermek oldu.Derenin çağıltısı,bad-ı saba fısıltısı,dağ bülbüllerinin cıvıltısı muhteşem bir doğal senfonik besteydi.Dereye kapılıp ummanlara kavuşurken,senfoniye kapılıp asumana eriştim.
      Kuşlar kanat çırpıp daldan dala uçuşarak,gelincikler püskül kuyruklarını sürüyüp zıplayarak,taştan taşa atlayıp, seher vaktini kutluyorlardı.
      Bu benim için emsalsiz;işitsel ve görsel,ilahi bir sunuydu.O gün kat edeceğimiz yolun uzunluğu ve yoruculuğunu düşünerek birazcık daha kestirmeye çalışsam da bir türlü uyku tutmadı.Bu ilham membaında bütün pericikler başıma üşüşerek beni bir şeyler yazmaya zorladı.Kaleme kağıda sarılıp,birkaç dörtlükle periciklerimi uçurtmaya çalıştımsa da başarılı olamadım.Yazmaktan aldığım lezzetin ve gücün uyumaktan alacağımdan daha fazla olacağını anlayınca,uyuma sevdasından vazgeçtim.
       Yine varendada kahvaltımızı yapmak üzere toplandık.Kahvaltının en kayda değer lezzeti Yusufeli balı ve zeytiniydi.Barhal Çayı’nın çağıltısıysa her şeye bedeldi.
        Kahvaltıdan sonra yeni adı Altıparmak,eski adı Barhal Köyün’de bulunan Barhal Kilisesi’ni görmek üzere River Otel’den ayrıldık.
        Yol boyu Barhal Çayı etrafına hem muhteşem bir görsellik,hem de bereket saçarak ilerliyordu.Yolumuz üzerinde yüzde yüze yakın eğimde dağların yamacına ahşap ve taş ustalığının şaheseri konaklar rozet gibi tutturulmuştu.Kısa bir mola verip,şaşkınlığa varan hayranlıkla manzarayı seyredip,birkaç kare alarak yolumuza devam ettik.
         Türküler söyleyip,şiirler okuyarak Barhal Kilisesi’ne yaklaştık.Aracımızı yolun kıyısına bırakıp,bir patikadan devam ederek,Barhal Kilisesi’ne ulaştık.Burası da bir harmanın yanıbaşındaydı.10.yüzyılda Gürcülerce yapılmış muhteşem bir kesme taş binaydı.İçerisi yer yer sıvanarak boyanmış,tabanı kilim ve halılarla döşenip camiye çevrilmişti.Kullanılmakta olasına rağmen pek bakımsızdı.Rivayete göre,önceleri içerisine serilen halılar çalınmış,şimdi meydan eski püskü bu halı ve kilimlere kalmıştı.Her ne sebeple olursa olsun,buranın daha bakımlı olmasını beklerdim.
          Kilise’ye nazır karşı dağın tepesinde,bir şapel bulunuyordu.
          Dönüş yolunda tabiatı seyre daldım.Barhal Çayı dupduru akıyordu.İnsanın eğilip içesi geliyordu.Derenin çevresinde dulavrat otları,eğreltiler,deniz ve ayı sarmaşığı olarak adlandırılan beyaz hoparlörcüklere benzeyen çiçekleri olan sarmaşıklar,baldıranlar,ibni Sina otları,şebrekler,adını bilmediğim ama taban suyu yüksek yerlerde hatta durgun suların hemen kıyılarında,içlerinde gösterişli erguvani çiçekleriyle hep dikkatimi çeken,bataklık sultanı dediğim çiçekler,otsu mürverler,böğürtlenler,kızılağaçlar boy gösteriyordu.
           Bu vadide yamaçlar oldukça yeşildi. Mazı,boyacı sumahı,kuşburnu,tavşan elmaları,gümüşi renkli buğu kümecikleri oluşturan genistalar,karaçalılar başlıca odunsulardı.Dere boyunda ise ılgın ve cehriler bahçe ve bostanlardan boş buldukları yerleri dolduruyorlardı.

           Bir tür kağıt çiçeği olan gümüşi dallı pembe renkli yağmur çiçekleri,kıraç toprakta yeşil aksamları ve uzun kirpikli beyaz çiçekleriyle göz alan kapariler,çay olarak tüketilen şile veya mercanköşkler de çevrede yer alan başlıca otsulardı.Nadir olarak kayalıklarda bir tür yaban karanfili demetleri göze çarpıyordu.
           Yusufeli’ye varıp buranın yerel lezzetlerinden satın almak üzere,bakkal ve marketlere dağıldık.Meşhur esmer pirincinden neredeyse karaborsa olarak zar zor ikişer üçer kilocuk alabildik.Yöreye has zeytin ve baldan da alıp,İspir’e gitmek üzere,Barhal Çayı’nın karşı kıyısına geçtik.
            Biraz ilerleyince Tekkale Köyü görüntüsüyle karşılaştık.Çoruh’un karşı yamacında arı kovanı misali dizilmiş evleri çok hoş bir manzara oluşturuyordu.Köye adını veren Tekkale ise yolun sağındaki dik bir kayanın tepesinde Çoruh’u selamlıyordu.
            Çoruh boyunca bir kısmı ekilmeyip terkedilmiş,fakat çoğu yemyeşil minyatür çeltik tavaları,tarlaları bulunmaktaydı.Sırtı dağlara yaslanmış,etekleri Çoruh’ta bahçeler,bu iki kaynaktan aldıkları bereketi çabalayan insanlara sunuyorlardı.Burası bir mikroklimaydı.Çeltik gibi bir sıcak iklim tahılına,zeytin,nar,incir,hurma gibi subtopik Akdeniz bitkilerine kucak açmıştı.Bu bitkiler çok sıcak olmayan kucaklara giremezler.
            Bu vadilerin vazgeçilmez,kanaatkar bitkileri dut ve cevizle birlikte,zerdali,şeftali,elma,armut,üzüm,erik,ayva yol boyundaki bahçelerde verim yarışı içerisindeydi.Bostanlarda muhtelif sebzeler yetiştiriliyordu.
             Yolumuzun sağ tarafında,üretilen sebze ve meyveleri serinde kurutmak için yapılmış,geniş çaplı, sundurma şeklindeki işletme de dikkatimden kaçmamıştı.Çevredeki ürünleri değerlendirmek için çok akıllıca bir yatırımdı bu.
             Biraz ilerlediğimizde bir tepenin üzerinde konuşlanmış,yuvarlak kule şeklinde bölümlerden oluşan Tekerek Kalesi bizleri selamlıyordu.
             İspir’e doğru yol alırken,yine karşı yamaçlarda yerleşik,çatı örtü malzemesi olarak,otların kullanıldığı evler,çok ilginçti.Masalsı görünümleriyle masal kahramanlarının evleri gibilerdi.
             Nehrin ortasındaki Çaykaralardan birinde mola vermiş bir kara leylek Coşkun Hoca’nın gözünden kaçmadı.Hemen yakınında bir tepede durup,objektiflerimize döne döne verdiği pozları yakalamaya çalıştık.Coşkun Hoca’dan öğrendiğimize göre,kara leylek nesli tükenmekte olan türlerdendi.
              Yol boyunca gördüğümüz kaya şekil ve renklerinden ötürü jeoloji müzesinde yol alıyor,hissine kapılıyordum.Muhtelif şekilli,renk renk kaya görüntüleri dağarcığımı zenginleştiriyordu.
              İspir yolundan biraz içeride yer alan Sırakonaklar Köyü,ziyaret odaklarımızdan bir diğeriydi.Burası adından da anlaşılacağı üzere,taş konaklarıyla ve Kilisesi’yle ünlü bir köydü.
              Köye oldukça bozuk bir yoldan vardık.Aracımızı yolun kıyısında bırakıp, köyün yol üzerindeki su deposunun tahliye borusundan akan buz gibi sudan kana kana içtik.
              Köy merkezine yürüyerek ulaştık.İlk bakışta köyde kimsecikler yok gibiydi.Rıdvan adında bir bey bizi karşıladı.Bir ceviz ağacının saye verdiği harmanvari bir düzlüğe kır soframızı kurduk.Yemeğe başlamak üzereyken,Rıdvan Bey’in eşi Rabia Hanım,elinde taze tandır ekmeği,yeni çalkalanmış yoğurttan imal tereyağı,taze peynir ve su ile soframıza yetişti.
               Bizler kendi getirdiğimiz yiyeceklere anında sırt çevirerek,bu özgün tadların ardına düştük.Enfes tadlardı bunlar,bu tadları dağların koynundaki kuş uçmaz kervan geçmez bu köydeki ailenin misafirperverliği ve samimiyeti bir kat daha arttırıyordu.Biz de yiyeceklerimizin çoğunu Rabia Hanım’a vererek,Anadolu’nun kadim geleneğini tazeledik.

               Ailenin İkbal ve Hilal adında iki de güzel torunu vardı.İkbal 4, Hilal 2 yaşındaydı.Yeşil gözlü,bukleli sarı saçlı İkbal’cikle hayli fotoğraf çekindik.Bu iki yavru,o dağların kıraç yamaçlarında açan sarı yayla çiçecikleriydiler adeta.Çiçekler kadar temiz ve masumlardı.Şaşkın bakışlarla bizleri izliyorlardı.
              Köyde muhteşem taş konaklar ve ihtişamlı,özgün mimarili kesme taştan yapılmış  bir kilise mevcuttu,cami olarak kullanılıyordu.Köyün karşı tepelerindeki mezerede ormanın içinde bir de şapel bulunuyordu.
              Köyün hakim meyveleri dut ve cevizdi.Ceviz ağaçları devasa boyuttaydı.Köyde mısırın olması dikkat çekiciydi.Dağları ormanla kaplı oldukça yeşildi.Köy bakımsızdı.Köyün ortasından geçen dere bulanık akıyordu.Sebebi burada da bir hes inşaatının olması idi.Bu nedenle köyün suyu da kesilmişti.
              Köy yolunun yamaçlarında öbekler oluşturan yayla çiçeği sofracıklarından çiçekler derledim.Vazomda saçtıkları buram buram ıtırlı koku,beni o dağlarda gezdirip duruyor hala.
              Köy ziyaretimizin ardından İspir’e doğru yola çıktık.Dere boyunda gümüşi renkli söğütler,tüysü kadifemsi çiçekleriyle göz okşayan ılgınlar vardı.Buralarda ılgın ağaç formundaydı.Yabani asmalar kavakları abanarak örtmüştü.Kayın ağaçları da tohum salkımlarını küpe olarak takınıp,süslenmişti.
              Çevrede o kadar çok kapari bitkisi vardı ki ekilmiş izlenimi veriyordu.Bu kıraç yamaçlara boylu boyunca serilmiş,yemyeşil aksamları,uzun kirpikli gözleri andıran beyaz çiçekleriyle,çevreyi gözlüyorlardı adeta.Gümüşi elbiseleri,pembe çiçekleriyle öbekler oluşturan yağmur çiçekleri de pembe buğucuk kümeleri gibilerdi.
               Meralarda yabancı bitki olarak,mücadele ettiğimiz karaçalılar da buralarda hakim durumdaydı.Bu kıraç topraklarda açık yeşil tohum salkımlarıyla çok hoş bir görüntü oluşturuyorlardı.
               Merakla izlediğim bir kanyondan geçerek İspir’e yaklaşıyorduk.Burada kayalıklar birer dev dikitti.Arkadaşlarımız arasında taş görmekten sıkılanlar vardı.Sedat Bey arkadaşımızın taş görme haddinin dolduğunu,belirtmesi üzerine,taş haddinden emekli olabileceğini,söylemem kahkahalara vesile oldu.
               İspir meyve ve sebze bahçeleriyle dolu yemyeşil bir yerleşke idi.İspir’i çıkıp Ovit Dağı’na yöneldik.Geçtiğimiz bir yaylada birçok arıcı konuşlanmış,kimi barakalarda,kimi evlerde iskan ediyorlardı.Bu yaylalarda ev ve barınaklar genelde Mera Kanunu’na uygun,geçici özellikteydi.
                Fazla gitmeden sis ve akşam bastırmış,görüşümüz engellenmişti.
                Kalkandere’de çay molası verdik.Çayhanenin varendasında ilginç bir durum dikkatimizi çekti.Varenda çatısı etrafında belli aralıklarla şeffaf naylonlara su konulup,asılmıştı.Sebebini sorduğumuzda, işletme sahibi;bunu,sineklerin gelmesini önlemek için  yaptıklarını,söyledi.Gerçekten oturduğumuz yere pek sinek gelmiyordu.
                Çıkınlarımızda kalan yolluklarımızın son kısmını da çayımıza katık yapıp atıştırdıktan sonra Trabzon’a vardık.Sağ olsun Abdi Kaptan,birçok döküntüsü olan bizleri dolmuşa binme zahmetinden kurtararak evlerimize bıraktı.
                 Gezimiz boyunca beni çok rahatsız eden görüntüler;Çoruh Nehri’nde ve Çoruh’u besleyen birçok dere ve çayda hes projelerinin yangından mal kaçırırcasına uygulanıyor,olmasıydı.Her tarafta şantiyeler kurulmuş,iş makinaları leş kargaları gibi dere yataklarını allak bullak ediyor,dağları delip,kayaları parçalayarak dağlardan aşağı taş sellerini akıtıyorlardı.Derelerin çamurlu suları toprağın gözyaşları,lime lime edilen topraktan fışkıran    şehit kanlarıydı,gözümde.Bir şey yapmaktan ziyade çok şeyi mahvediyorlardı.Şimdilerde fiziksel olan bu tahribat,ileriki dönemde biyolojik tahribata yol açıp,oralardaki ekosistemi yok edecek,ekosistemin yok olmasıyla sıra adım adım biz insanlara gelecektir.Getirisinden çok götürüsü olan bu projelerden ötürü geleceğe kaygıyla bakıyorum.


                                                                                                                                          27/07/2011              
                                                                                                                                       Zehra ÖZTÜRK
                                                                                                                                            TRABZON
Sabahın beşinde Çoruh kenarı
 Su kavuşumunda kahvaltı
Bağrı yarılmış Çoruh yamaçları
 Parçalanmış doğada yaşamaya çalışan dağ keçileri
1200 yıllık Gürcü Manastırı-mimari şaheseri İşhan –Kanlı Manastır
 İşhan Manastırının  muhteşem taş işçiliği
İşhan manastır detayı
İşhan manastır kilise içi
İşhan manastır kilisesi apsisi
Çölde vaha İşhan köyü Kapari çiçeği
Çölde vaha İşhan köyü meleği
Çölde vaha İşhan köyü çiçeği
Çıplak dağların yeşil vahası Tortum vadisi
 Akmayan Tortum çağlayanında serinleme
Tortum Gölü
Tortum gölü peri bacalarından birisi
Gürcü krallığının 1000 yıllık kutsal Öşvank Manastır kilisesi
Öşvank tan detay
Öşvank Kilisesinin merkezi ve kubbesi
Öivank narteks tavan detaylarından birisi
Öşvank sakini
 Uzundere  beldesi-gerçek cağ kebabının yenebileceği tek yer
Yusufelinden- Tortuma göç eden eşek
Barhal çayından River Otel e geçilen sırat köprüsü
Dere sesiyle uyuma zevki- River Otel
Barhal Havzası ve köyler
Barhal derebeylik  kalelerinden birisi
Uçurumları mesken tutan Barhal köyleri
Vahşi kayalık içinde bir mahalle
1000 yılldır ayakta kalmayı başaran muhteşem yapı Barhal- Altıparmak Manastır kilisesi
1000 yılldır ayakta kalmayı başaran muhteşem yapı Barhal- Altıparmak Manastır kilisesi
Altıparmak köyünden bir ev
Barhal vadisi köy ve kale
Barhal vadisi köy
Çoruh vadisi köy ve kale
Çoruh kenarı çeltik tarlası
Çoruh vadisinde bir  köy
Yalçın kayalığın Tek kalesi
Tekerek kalesi
Çoruh vadisi
Çoruh vadisi
Çoruh vadisi çeltik tarlası
Doğa-kültür-tarih ve jeoloji müzesi Çoruh vadisi
Çoruh vadisi ve bereket fışkıran tarlalar
Çoruhu mesken tutan nesli tehlikede olan ender kuş türü kara leylek
Çoruh’ta  rafting macerası
Çoruh un yan vadisi sırakonak-Hodoçur konakları
Sırakonak köyü –eski ermeni mezarlığı girişi
Sırakonak konaklarının yok olan konaklarından birisi
Ermeni konağının kapı sövesinde “bismillahirrahmanirrahim” yazısı ???
Sırakonak camisi ( eski kilise) kiriş konsol detayı
Ermenilerin tehcir edilmeden önce yaptığı ancak bitiremediği Sırakonak Camisi
Bizlere kapılarını açan Kumbasar ailesi
Sırakonağın şirin meleği Hilal
Bağrı yarılan, ağlatılan Çoruh yamaçları
HES için mahvedilmiş  Sırakonak yamaçları
HES için mahvedilmiş  Sırakonak yamaçları
4IejifXJAUc/TjB9LaeyKaI/AAAAAAAAALs/LhGuAFIQ-aU/s320/1000%2By%25C4%25B1ll%25C4%25B1k%2Bsanat%2Beseri-%25C4%25B0%25C5%259Fhan%2BManast%25C4%25B1r%25C4%25B1.JPG"
Çoruh’un saklı kültürlerinden ot damlı köy evleri